DEVAM: 59- KUL BiR İYİLİK YAPMAYI İÇİNDEN GEÇİRİRSE YAZILMASI,
BiR KÖTÜLÜK YAPMAYI İÇİNDEN GEÇİRİRSE YAZILMAMASI BABI
207 - (131) حدثنا
شيبان بن
فروخ. حدثنا
عبدالوارث،
عن الجعد أبي
عثمان. حدثنا
أبو رجاء
العطاردي، عن
ابن عباس، عن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم، فيما
يرويه عن ربه
تبارك
وتعالى؛ قال: "إن
الله كتب
الحسنات
والسيئات. ثم
بين ذلك. فمن
هم بحسنة فلم
يعملها كتبها
الله عنده
حسنة كاملة.
وإن هم بها
فعملها كتبها
الله عز وجل
عنده عشر
حسنات إلى
سبعمائة ضعف
إلى أضعاف
كثيرة. وإن هم
بسيئة فلم يعملها
كتبها الله
عنده حسنة
كاملة. وإن هم
بها فعملها،
كتبها الله
سيئة واحدة".
[:-336-:] Bize Şeybân b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Abdülvâris, Ebu Osman Ca'd'dan rivayet etti. (Ebu Osman demiş ki): Bize Ebu
Recâ'el-Utâridi, İbni Abbâs'dan, İbn Abbas,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'den Aziz ve Celil Rabbi hakkında
rivayetle buyurdu ki:
"Şüphesiz Allah
iyilikleri ve kötülükleri yazmış sonra da bunları beyan etmiştir. Kim bir
iyilik yapmak isteyip de onu yapmayacak olursa Allah onu kendi nezdinde tam bir
iyilik olarak yazar. Kim içinden iyilik yapmak isteyip de onu yaparsa Aziz ve
Celil Allah onu kendi nezdinde on iyilikten yedi yüz katına kadar ve daha pek
çok kat fazlasıyla yazar. Eğer içinden bir kötülük yapmayı isteyip de ollu
yapmayacak olursa bu sefer Allah onu kendi nezdinde tam bir iyilik olarak yazar
eğer içinden bir kötülük yapmayı geçirip de yaparsa Allah da onu tek bir
kötülük olarak yazar. "
Diğer tahric: Buhari,
6126; Tuhfetu'I-Eşraf, 6318
208 - (131) وحدثنا
يحيى بن يحيى.
حدثنا جعفر بن
سليمان، عن
الجعد أبي
عثمان، في هذا
الإسناد،
بمعنى حديث
عبدالوارث.
وزاد" ومحاها
الله. ولا
يهلك على الله
إلا هالك".
[:-337-:] Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b.
Süleyman, Ebu Osman el-Ca'd'dan bu isnadla Abdulvaris hadisinin manasında bir
hadis rivayet etti. O şunu da ziyade etti:
"Allah onu siler,
Allah'a karşı (isyana) aşırı düşkün olanlardan başkası da helak olmaz. "
Diğer tahric: Buhari,
42; Tuhfetu'l-Eşraf, 14714
DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın
NEVEVİ ŞERHİ (325-337 numaralı
hadisler) Bu babtaki senet bilgileri: (325) Umeyye b. Bistam
el-Ayşl' vardır ki Bistam'ın be harfi meşhur görüşe göre kesrelidir. el-Metali
sahibi fethalı olarak Bestam diye okunabileceğini de nakletmektedir. (2/144)
el-Ayşi'nin nasıl okunacağı ile ilgili açıklamalarla birlikte Bistam'ın munsarıf
olup olmadığı ile ilgili görüş ayrılıklarını da kaydetmiş bulunmaktayız.
"Ebu
Hureyre' den dedi ki... ve bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabına ağır geldi dedi" rivayetinde "dedi" lafzını tekrar etmesi
arada sözün uzamasından dolayıdır. Çünkü ifadenin asıl hali: Ayet nazil olunca
(ashaba) ağır geldi, şeklindedir ama aradaki açıklamalar uzadığından
"dedi" kelimesinin tekrarı güzeldir. Bu kitapta bunun benzeri
ifadeler daha önce iki yerde de geçmiş ve bunu da açıklamasıyla birlikte
zikretmiş idik. Ayrıca bunun benzerinin Kur'fın-ı Azimuşşan'da yüce Allah'ın:
'~'kaba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz muhakkak
çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35) buyruğunda
"siz" lafzını tekrar ettiği gibi "önceden kendisi vasıtası ile
kafirlere karşı zafer istedikleri ... Kendilerine gelince, onu inkar
ettiler" (Bakara, 89) buyruğunda da benzeri anlatım ın geçtiğini de
belirtmiştik. Allah en iyi bilendir.
Hadiste,
yüce Allah'ın: "Resullerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız"
(Bakara, 285) buyruğu bizler kitap ehlinin yaptıkları gibi bir kısmına iman
edip, bir kısmını inkar ederek iman bakımından aralarında fark gözetmeyiz.
Aksine onların hepsine iman ederiz. Burada "bir" lafzı çoğul
anlamındadır. Bundan dolayı "arasında" anlamındaki lafız gelmiş
bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "O zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona
yapmamıza engelolamazdı" (Hakka, 47) buyruğunda da böyledir.
(327)
Hadiste Muhammed b. Ubeyd el-Gubari vardır ki Gubar oğullarına mensuptur.
(2/145) Mukaddimede buna dair açıklamalarda bulunmuştuk. Aynı hadisin senedinde
geçen Ebu Avane'nin adı da el-Vaddfıh b. Abdullah'tır. (2/146)
Yine
aynı hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah ümmetime
içlerinden geçirdiklerini bağışlamıştır" buyruğundaki
"içlerinden" anlamındaki lafzı ilim adamları hem nasb, hem ref ile
harekelemişlerdir. Her iki şekil de açıkça anlaşılmaktadır. Ancak nasb ile
okunması daha anlaşılır ve daha meşhurdur. Kadı Iyaz dedi ki: "İçleri"
anlamındaki lafız nasb ile okunmalıdır. Buna (hadiste geçen ve sahabinin
sorduğu): "Herhangi birimiz içinden ... geçiriyor" ifadesi de buna
delildir. Tahavi ve dilbilginleri dedi ki: Eğer içlerinden lafzını ref ile
okurlarsa onun iradesi dışında içinden geçirdiklerini kastetmiş olurlar. Yüce
Allah'ın: "Ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz" (Kaf, 16)
buyruğunda olduğu gibi. Allah en iyi bilendir.
(330)
Hadiste "Ebu'z-Zinfıd, Arec'den" isnadı yer almaktadır ki
Ebu'z-Zinad'ın adı Abdullah b. Zekvan, künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Ebu'z-Zinad
da onun daha meşhur olan lakabıdır. Bu lakabıyla çağrıldığında da kızarmış.
A'rec'in
adı ise Abdurrahman b. Hurmuz'dür. (2/147) Bu iki ravi her ne kadar meşhur
iseler de bunlara dair açıklamalar da daha önceden geçti. Şu kadar var ki her
ikisinin de isimlerinin ne olduğunu bu kitabı tetkik eden bazı kimseler için
bilinmeyebilir (bunun için hatırlattık).
(334)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sizden biriniz İslamını
güzelleştirirse ... " (2/148) buyruğundaki İslamını güzelleştirmesi
münafıkların Müslümanlığı gibi değil de gerçek manada Müslüman olursa demektir.
Buna dair açıklama daha önceden de geçmişti.
Yine
bu babta (335) Ebu Halid el-Ahmer geçmektedir ki adı Süleyman b. Hayyan'dır. Daha
önceden açıklaması geçtiği gibi. (336) Şeyban b. Ferruh hem acemi (Arapça
olmayan), hem özel bir isim olduğundan dolayı (Ferruh) munsarıf değildir. Daha
önceden de açıklaması geçmişti.
Yine
aynı hadisin senedinde Ebu Reca el-Utaridi geçmektedir ki adı İmran b.
Teym'dir, b. Milhan ve b. Abdullah olduğu da söylenmiştir. Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in zamanına yetişmiş olmakla birlikte onu görmemiştir, Mekke
fethedildiği sene Müslüman olmuştur. 120 yıl yaşamıştır. 128 yıl yaşadığı, 130
yıl yaşadığı da söylenmiştir.
HADİSLERİN FIKHİ ANLAMLARI
Bu
başlık(lar)daki hadislerin fıkhi hükümleri ve anlamları pek çoktur. Yüce
Allah'ın izniyle ben bunlardan gözetilen maksatları kısaca kaydedeceğim.
1-
"Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açıklasanız da,
gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çekecektir" (Bakaraı 284) ayeti
nazil olunca, bu ashab (r.a.)'a ağır geldi ve "buna güç yetiremiyoruz
dediler" bölümü ile ilgili olarak İmam Ebu Abdullah el-Maziri
(rahimehullah) şöyle diyor: Korkup çekinmelerinin ve bizim bunun altından
kalkmaya gücümüz yetmez demelerinin sebebinin onların irade ile isteyerek
kazanılmayan, insanın içinden geçen ve önlemeye gücü yetmediği hususlar
sebebiyle sorumlu tutulacaklarına inanmalarından ötürü olabilir. Bundan dolayı
onlar böyle bir işi güç yetirilemeyen işlerden kabul ettiler. Mezhebimize göre
güç yetirilemeyen hususların teklifi aklen caizdir ama şeriatta bu tür
teklifler ile taabbüd emrinin bulunup bulunmadığı hususunda görüş ayrılığı
vardır. Allah en iyi bilendir.
2-
(325) Hadisteki: "Onlar bunu yapınca yüce Allah da onu nesh etti ve:
"Allah hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez" (Bakara, 286)
buyruğunu indirdi" ifadeleri ile ilgili olarak el-Maziri (rahimehullah)
dedi ki:
Buna
nesh denilmesi tartışılır. çünkü nesh ancak ikisi ile amelde bulunmanın
imkansız olması ve ayetlerden birinin diğeri ile birlikte ele alınmasına imkan
bulunmaması halinde söz konusu olur. Yüce Allah'ın: "İçinizdekini
açıklasanız da, gizleseniz de ... " (Bakara, 284) buyruğu, kişinin
önleyebilme imkanı bulunan ve bulunmayan içinden geçen düşünceleri
kapsayabilmesi mümkün, umumi bir ifadedir. Bu durumda diğer ayet, bunu tahsis
eden bir buyruk olur. Şu kadar var ki, eğer sahabe halin karinesi ile kişinin
içinden geçmesini önleyemediği hususlarla da taabbud etmeleri kanaati yer etmiş
ise, o takdirde bu nesh olur. Çünkü böylelikle sabit ve yerleşmiş bir hüküm
kaldırılmış olur. el-Maziri'nin sözleri bunlardır.
Kadı
Iyaz da şöyle diyor: Bu meselede neshin uzak bir ihtimalolduğunu söylemenin
açıklanabilir bir tarafı yoktur. Çünkü bu ayeti rivayet eden kişi onun nesh
olduğunu da rivayet etmiş ve açık lafızIa da bunu ifade etmiştir. Ayrıca Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine iman etmek, dinleyip itaat etmek
emrini vermesi suretiyle mana itibariyle de sözkonusu olmuştur. Çünkü yüce
Allah kendilerine (bunlardan dolayı) kendilerini sorgulayacağını bildirmişti.
Onlar denileni yapıp, yüce Allah da kalplerine imanı sağlamca yerleştirip -bu
hadiste açıkça belirtildiği üzere- dilleri de bunu kolaylıkla ifade edip
teslimiyet gösterince Allah karşı karşıya kaldıkları darlığı kaldırdı, bu
yükümlülüğü nesh etti. Nesh olduğunu bilmenin yolu ise ya onun ile ilgili haber
vermek yoluyla olur yahut tarih (nesheden buyruk ve neshedilen buyruğun
bildirilme zamanları) ile bilinir. Bu iki husus da bu ayet-i kerimede bir arada
bulunmaktadır. Kadı Iyaz dedi ki: el-Maziri'nin: İki buyrukla am el imkansız
olduğu zaman ancak nesh olur sözü, hakkında neshe dair nassın bulunmadığı
hallerde doğrudur. Eğer nas gelmiş ise o takdirde biz de orada dururuz.
Fakat
usul alimleri sahabinin (r.a.um): Şu hüküm bununla nesh olmuştur şeklindeki
sözü ile neshin sabit olduğu bir delil midir yoksa sadece onun sözü ile nesh
sabit olmaz mı, hususunda ihtilaf etmişlerdir. Yalnızca sahabinin sözü ile
neshin sabit olmayacağı Kadı Ebu Bekr'in ve usul alimlerinin muhakkiklerinin
görüşüdür. Çünkü sahabinin söylediği bu söz kendi içtihadı ve yorumundan
hareketle söylenmiş olabilir. Bu durumda bu husus Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den nakledilmediği sürece ne sh olmaz. İlim adamları bu ayet hakkında
da ihtilaf etmişlerdir. Sahabe-i kiram ve onlardan sonra gelenlerin
müfessirlerinin çoğunluğu az önce geçtiği gibi bu ayette neshin sözkonusu
olduğu kanaatindedirler.
Ancak
müteahhirlerden kimisi bunu kabul etmeyerek şöyle demiştir:
Bu
buyruk bir haberdir, haberlerde ise nesh sözkonusu değildir ama durum müteahhir
alimlerden olan bu kimsenin söylediği gibi değildir. Her ne kadar buyruk bir
haber ise de bu bir yükümlülüğü ve nefislerin içinden geçirdiklerinden dolayı
sorumlu tutulacağını ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine bunu
emretmek suretiyle taabbud etmelerini dinleyip, itaat ettik demelerini ifade
eden bir haberdir. Bunlar ise dil ile söylenen sözler ve dilin ve kalbin
amelleridir sonra yüce Allah üzerlerinden sıkınbyı ve sorumlu tutulmayı
kaldırmak suretiyle bu hükmü neshetmiştir.
Kimi
müfessirden burada sözkonusu edilen neshin, kalplerine anı olan sıkıntı ve bu
emirden korkunun kaldırılması olduğunu söylediği de rivayet edilmiştir. Onların
bu halleri diğer ayet-i kerime ile giderilmiş ve böylelikle nefisleri
rahatlamış oldu. Bu kanaat sahibi kişi onların güç yetiremedikleri şeylerle
yükümlü tutulmadıkları ama kendilerine ağır gelen içlerinden geçenlerden
korunmak ve içlerini ihlaslı kılmak gibi ağır bir işle yükümlü tutuldukları
kanaatindedir. Bu sebeple onlar da bu türden güçlerinin yetmeyeceği işlerle
yükümlü tutulacaklarından korktular. Bu buyrukla bu korkuları da izale edilmiş
oldu. Böylelikle onların ancak güçlerinin yettiği hususlarla mükellef
kılındıklarını da peyan buyurulmuş oldu. Buna göre ise bu buyrukta güç
yetirilemeyen hususlar ile mükellef tutmanın caiz (mümkün) olduğuna dair bir
delil bulunmamaktadır. Çünkü bu buyrukta böyle bir husus ile mükellef
tutulduğuna dair nas yoktur.
Bazıları
da yüce Allah'ın: "Rabbimiz güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme"
(Bakara, 286) buyruğu ile onların bu halden (güç yetiremeyecekleri şeylerle
yükümlü tutulmalarından) Allah'a sığınmış olduklarını delil göstermektedir
(2/150). Onlar ise ancak teklifi mümkün olan şeylerden ona sığınırlar. Kimisi
de buna, bu ancak zorlanarak, meşakkat çekerek güç yetirebileceğimiz şeyleri
bizlere yükleme demektir, diyerek cevap vermişlerdir.
Bazılarının
kanaatine göre de ayet-i kerime müminlerle kafirlerin yakin ve şüphelerinin
saklılığı hususunda muhkemdir. Müminlerin (bu husustaki kusurları) mağfiret
olunur, kafirlere ise azap edilir. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın açıklamaları
burada sona ermektedir.
İmam
Vahidi (rahimehullah) de ayet-i kerimenin neshi hususundaki görüş ayrılıklarını
sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Muhakkikler ayet-i kerimenin
mensuh değil, muhkem olduğu kanaatini tercih ederler. Allah en iyi bilendir.
3-
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (327): "Söylemedikçe yahut
gereğince amel etmedikçe ümmetime içlerinden geçenleri bağışlamıştır"
buyruğu ile (331 diğer hadiste: "Kulum bir kötülük yapmak isterse onu
aleyhine yazmayınız ... "ve (334) diğer hadiste iyilik hakkında:
"Yedi yüz katına kadar"
(333)
önceki hadiste kötülük hakkında: "Onu benim için terketti" buyrukları
hakkında İmam el-Maziri (rahimehullah) dedi ki: Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib'in
görüşüne göre kalbinden bir masiyeti kararlaştırıp, içten içe buna kendini
hazırlarsa bu şekildeki inanç ve kararlılığından ötürü günahkar olur.
Bu
ve benzeri hadislerde sözkonusu edilen hükümler ise bunların kendisini masiyet
işlemekte içten içe hazırlayıp alıştırmayan içinde yer etmeksizin böyle bir
şeyi hatırından geçiriveren kimseler hakkında yorumlanır. İşte buna (hadiste
geçtiği üzere) "hemm" denilir. Böyle diyerek hem ile azm
(kararlaştırmak) arasında ayırım gözetmektedir. Kadı Ebu Bekr'in görüşü budur.
Fakat fukahanın ve muhaddislerin çoğunluğu da ona muhalefet etmiş ve hadisin
zahiri anlamını kabul etmişlerdir.
Kadı
Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Genelolarak selef ve fakihlerle muhaddislerin ilim
ehli, Kadı Ebu Bekr'in benimsediği kanaattedir. Bunun sebebi ise kalplerin
amellerinden dolayı sorgulamanın sözkonusu olduğuna delil teşkil eden hadis-i
şerifterdir. Ama onlar böyle bir azim ve kararlılık bir günah olarak yazılır
fakat içinden geçirdiği günah böyle değildir. Çünkü onu fiilen işlememiştir.
Yüce Allah'ın korkusu ve ona yönelişten başka bir husus da onu işlemekten onu
engellemiştir. Ama ısrarın kendisi ve kararlılık bir masiyettir, bu sebeple bu
bir masiyet olarak yazılır. Şayet onu işleyecek olursa bu sefer ikinci bir
masiyet olarak yazılır. Eğer yüce Allah'tan korkusundan dolayı onu terk ederse
bir hasene olarak yazılır. Hadiste: "Çünkü onu benim için terk
etmiştir" denildiği gibi. Böylelikle onun o masiyeti işlemeyi terk etmesi
yüce Allah'tan korktuğu içindir. Onun kötülüğü emreden nefsine karşı bu hususta
direnmesi ve hevasına karşı gelmesi de bir iyiliktir.
4-
Herhangi bir şekilde yazılmayan içten geçen düşünceler ise nefsin kendilerine
alıştırılmadığı, beraberinde bir kararlılık, bir niyet ve bir azim bulunmayan
geçici düşüncelerdir. Bazı kelamcılar yüce Allah korkusundan dolayı değil de
insanlardan korktuğu için böyle bir düşünceyi terk etmesi halinde ona bir
iyilik yazılıp yazılmayacağı hususunda görüş ayrılığı bulunduğunu sözkonusu
etmiş ve yazılmaz demişlerdir. Çünkü onu terk etmeye iten husus hayasıdır.
Fakat bu görüş oldukça zayıftır, açıklanabilir bir tarafı yoktur. Kadı Iyaz'ın
sözleri burada sona ermektedir. Bu açıklamalar güzeldir, buna herhangi bir
şeyeklemeye gerek yoktur.
5-
Kalpte yer eden kararlılık sebebiyle sorumluluğun sözkonusu olacağına dair
şer'i naslar birbirini desteklemektedir. Yüce Allah'ın şu buyrukları
bunlardandır: "Şüphe yok ki müminler arasında hayasızlıkların yayılmasını
sevenlere ... çok acıklı bir azap vardır." (Nur, 19); "Zannın
birçoğundan kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır." (Hucurat, 12) Bu
hususta (2/151) ayet-i kerimeler pek çoktur. Kıskanmanın, Müslümanları küçük
görmenin, onlar hakkında hoş olmayan şeyleri dilemenin ve daha başka kalp
amellerinin ve bunları kararlaştırmanın haram olduğu üzerinde şer'i naslar ve
alimlerin icmaı birbirini pekiştirmektedir.
6-
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (337): ''Allah'a karşı (isyana)
aşırı düşkün olandan başkası helak olmaz" buyruğu hakkında Kadı Iyaz
(rahimehullah) şunları söylemektedir: Yüce Allah'ın rahmetinin genişliği, lütfu
keremi ve işlememesi halinde kötülüğü bir hasene, işlemesi halinde tek bir
kötülük, iyiliği niyet edip işlememesi halinde bir iyilik, işlemesi halinde on
katından yedi yüz katına ve daha pek çok katına kadar mükafat vermekle birlikte
helak olması kesinleşmiş ve karşısında hidayetin kapıları kapanmış kimse
demektir. İşte bunca geniş rahmetten mahrum kalan, bu lütfu elde edemeyip,
birer birer yazılmakla birlikte kötülükleri, kat kat yazılan hasenatından daha
fazla gelecek şekilde çoğalan bir kimse elbette ki helak olmuş ve mahrum kalmış
bir kimsedir. Allah en iyi bilendir.
İmam
Ebu Cafer et-Tahavi (rahimehullah) dedi ki: Bu hadislerde hafa:za meleklerinin
kalplerin amellerini ve kararlılıklarını -zahir ameller dışındakiler yazılmaz
diyen kimselerin kanaatine aykırı olarak- yazdıklarına delil bulunmaktadır.
Allah en iyi bilendir.
7-
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (336): "Yedi yüz katına kadar
ve daha pek çok katına kadar" buyruğu ise, ilim adamları tarafından sahih
ve tercih edilen kanaati açıkça ifade etmektedir. Sözkonusu bu kanaat ise iyiliklerin
kat kat ödüllendirilmesinin yedi yüz kat ile sınırlı olmadığıdır. Kadıların en
kadısı Ebu'l-Hasan el-Maverdi bazı ilim adamlarından kat kat mükafatın yedi yüz
katı aşmayacağı görüşünü nakletmiş ise de bu görüş bu hadis dolayısıyla
yanlıştır. Allah en iyi bilendir.
8-
Bu babtaki hadisler yüce Allah'ın bu ümmete -Allah şerefini daha da arttırsın-
lütuf ve ikramını açıkça ifade etmekte, diğer ümmetler üzerindeki ağır yükleri üzerlerinden
hafifletmiş olduğunu ortaya koymakta, ashab-ı kiram (r.a.um)'ın şeriatın
hükümlerine itaat ve boyun eğmekte ne kadar ellerini çabuk tuttuklarını beyan
etmektedir.
Ebu
İshak ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah'ın: "Rabbimiz unutur yahut hata edersek
bizi sorumlu tutma" (Bakara, 286) ile başlayıp, surenin sonuna kadar devam
eden bu duada yüce Allah Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve müminlerin
durumunu haber vermekte ve bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den ve
ashabtan sonra gelecek olan kimselerin bu duayı yapmaları için kitabına koymuş
bulunmaktadır. Bundan dolayı bu ezberlenmesi ve çokça yapılması gereken bir
duadır.
9-
ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah'ın: "Kafir/er topluluğuna karşı da bize
yardım et" (Bakara, 286) buyruğu hem delil bakımından, hem savaşta, hem de
dinin yükselip, güçlenmesinde bizleri onlara karşı muzaffer kıl, demektir. Bu
Sahihin namaz bölümünde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Kim
bir gecede Bakara suresinin sonundaki iki ayeti okursa onlar ona yeter"
buyurduğu gelecektir. O gecenin kıyam ile geçirilmesi yerine ona yeter diye
açıklandığı gibi, o gece hoşuna gitmeyecek hususlara karşı ona yeterler diye de
açıklanmıştır. (2/152) Allah en iyi bilendir.